İki hafta önce başladığımız “Eski İstanbul polisleri anlatıyor” tefrikasının üçüncü bölümüne devam ediyoruz.
Haydar Bey, İstanbul zabıtasında sirkat masasının (hırsızlık masası) en kıdemli emektarlarındandır. İstanbul polisinde 25 seneden fazla çalışmış ve daima hırsızlık vakalarının tahkikatı ile meşgul olmuştur. Haydar Bey, parmağına doladığı en karanlık hırsızlık vakalarını birçok müşkülatla yenerek meydana çıkarmıştır.
Fantoma Mehmet, Hrisantos gibi İstanbul’un en azılı hırsızlar, Haydar Bey’in bitip tükenmek bilmeyen takiplerinden yılmışlardır. Haydar Bey bilhassa zabıtada büyük şöhret salmış ele avuca sığmayan hırsızların yakalanmasında muvaffakiyetler göstermiştir.
Eski polis kurdu ile karşılıklı kahvelerimizi içmeğe başladık. O anlatıyordu:
KURNAZ BİR POLİS HİLESİ
Polis müdüriyetinde hırsızlık masasında müthiş bir faaliyet vardı. Kastamonu Mebusu Emin Bey’in kıymettar (değerli) bir saati çalınmıştı. Saatin ne tarzda çalındığını tespit ettim. Uzun araştırmalardan sonra bu tarzda iş görenlerin toplandığı bir kahveye gittim. Kastamonu mebusunun saatinin çalındığı usulde çalışanlar hep buradaydı. Bu saati mutlaka bunlardan biri çalmıştı. Fakat hangisi? Bilhassa İzmirli Ali Rıza denilen adam bu işte üstat… Elimde adamakıllı bir ipucu olmadığı için kurnazca bir polis hilesine baş vurdum. Kahvede yüksek sesle konuşmaya başladım.
– Kastamonu Mebusu Emin Bey’in saati çalınmış!
Tıs… Ses yok…
– Bu saati buradan biri çalmış… Hüviyetini gayet iyi biliyoruz.
Oradan kahveci:
– İlahi ağabeyciğim. Saati alan haydi korktu da getirip teslim etmeye karar verdi. Bakalım kararını yapabilir mi?
– Neden yapmasın?
– Çünkü korkar.. Saati teslim edince hırsız diye kendisini yakalarlar…
O zaman ben gülümsedim:
– İlahi… Dün gece bir rüya gördüm. Hayırdır inşallah… Güya saati çalan zat bunu teslim etmeye karar vermiş. Fakat adamcağız kendisini yakalatmak da istemiyor. Tutmuş Hacı Bekir’den bir kutu şeker yaptırmış, şeker kutusunun ortasına kıymettar saatle kordonu yerleştirmiş… Bu kutuyu köprüde emanetçi Sultana‘ya bırakmış. Sultana’dan bir marka almış. Bu markayı polis müdüriyeti hırsızlık masasına göndermiş. Biz de marka ile gidip Sultana’dan kutuyu almışız.
Hırsızlar bunu duyunca kahkahalarla güldüler:
– Vallahi iyi akıl ağabeyciğim… İyi rüya…
“Beğendiniz mi?” diye sert sert sordum. “Beğendik” dediler.
O ŞEKER KUTUSU YARIN GELECEK
Yine sert sesle “Bu rüyam muhakkak çıkmalı. Sonra karışmam! İş başka türlü olur. Ben çünkü bunu kimin yaptığını çok iyi biliyorum” diyerek birer birer hepsinin yüzlerine ayrı ayrı ve dik dik baktım. İlave ettim: “Şeker kutusunu yarın Sultana’dan almalıyız. Şeker de Hacı Bekir’den olmalı ha…”
Bu sözleri söyleyerek çıkıp gittim. Ertesi gün hırsızlık masasına mavi zarflı bir mektup geldi. Açtık bir marka. “19” numaralı bir marka… Derhal anladım. Emanetçi Sultana’nın markasıydı. 19 numaralı markayı aldık. Doğru Sultana’ya koştuk. Bir de baktık. Hakikaten kocaman bir şeker kutusu. Açtık, Hacı Bekir’den yapılmış şekerlerin ortasında gayet kıymettar saat. Kordon ile beraber kösteklenmiş yatıyor!
***
Kısa bir düşünceden sonra Haydar Bey devam etti:
KÖMÜRCÜLERE BACAKLARINI AÇAN FINDIK FATMA
Bir gün iki kömürcü birden müracaat ettiler. İkisi de çok zengindiler. Ayrı ayrı dükkanda çalışıyorlar. Birinin dükkanına saat ikide bir kadın gelmiş. Dükkanın önünde durmuş. Genç ve çok güzel bir kadınmış. Çorabını düzeltmek bahanesiyle bacağını pek yukarılara kadar açmış. Zavallı kömürcü çileden çıkmış. Kadın kömürcüye bir adres sormuş, bu suretle ahbap olmuşlar. Dükkanda yarım saat kadar çene çalmışlar. Kadın akşama doğru tekrar geleceğini vadederek kömürcüden ayrılmış.
Saat dörtte de öbür kömürcünün dükkanının önünde bir genç kadın çorabını kaldırmış, bacağını göstermiş. Ahbaplık ilerlemiş. Aynı hal… Fakat kadın dükkandan çıkınca kömürcüler paraların yerlerinde yeller estiğini görmüşler. Doğru bize koşmuşlar.
Derhal anladık… Fındık Fatma! Zaten o hafta içinde iki marifet daha yapmıştı, polis kendisini arıyordu.
“Fındık Fatma’yı salı günü yakalayacağım!” dedim. Salı günü hapishanede mahkumların ziyaret günü idi. Fındık Fatma’nın kocası Yakup da hapishanedeydi.
Fındık Fatma iki eli kızıl kanda olsa, yüzde yüz yakalanacağını bilse salı günleri gelir, kocasını ziyaret ederdi. Ben bunun kadar kocasına düşkün, kocasını görmeyince duramayan kadın görmedim. En tehlikeli zamanlarda bile gider kocasını hapishanede görürdü.
O gün gittim. Tanınmamak için kalın bir çarşaf giymiş, çok kalın bir peçe takmıştı. Yürüyüşünü ve sesini değiştirmişti. Buna rağmen kendisini tanıdım.
Fındık Fatma’yı yakalamak için en iyi usul buydu. Bir şey çaldığını öğrenir öğrenmez hemen hapishane önüne gidip yakalardık. Hırsızlıkların ve yankesiciliklerin yapılma usullerinden bunun kimin marifeti olduğunu hemen anlarız demiştim.
***
Bakınız bir vaka anlatayım.
Bir zat geldi. Bütün parasını çaldırmış, hiçbir şey bilmiyor, hiç farkında olmamış… “Nasıl çaldırdım, katiyen bilmiyorum. Evden çıktım. Cüzdanım yanımdaydı. Sirkeci’de baktım yok” dedi.
SİRKECİ’DEKİ TÜKÜRÜKÇÜ
Hiçbir ipucu olmayan bir vaka… Bir aralık gözüm bu zatın ceketinin arkasına ilişti. Bir tükürük izi. Omuza yakın bir yerde. “Bu ne?” dedim. “Tükürük” diye cevap verdi.
Derhal sordum:
– Sirkeci’den geçerken size bir adam yaklaştı. “Arkanıza tükürmüşler beyefendi dedi değil mi?
– Evet. Siz nereden biliyorsunuz?
– Sonra bu adam size “Müsaade buyurunuz da sileyim” dedi değil mi?
– Evet… Fakat siz nereden biliyorsunuz.
– Sonra sildi. Siz de teşekkür ettiniz ve ayrıldınız.
– Evet.
– Bu adam sarışın uzun boylu muydu?
– Evet… Evet…
SANAT ESERİNE BENZEYEN HIRSIZLIK
Meseleyi anlamıştım. Tükürükçüler böyle çalışırlar. Gözüne kestirdiklerinin arkalarına tükürürler, sonra bunu silmek bahanesiyle cüzdanı havalandırırlar. O zamanlar meşhur tükürükçülerden sarışın uzun boylu biri Sirkeci civarında dolaşırdı. Ve bu ekseriya ‘müşterisinin’ omuz cihetine (yönüne) tükürürdü. Bu tükürük izinden derhal failini anladım ve yakaladım.
Yapılan hırsızlıklar adeta bir sanat eserine benzer. Çok defa eserin üslubundan hangi sanatkâr tarafından yapıldığı hemen anlaşılır.
(Polis müdüriyetine gönderilen şeker kutusu, Akşam, 5 Aralık 1933)
HAFTAYA: Paşakapısı’nı dinamitle nasıl berhava edeceklerdi?
Kaynak: sozcu.com.tr